Pazartesi, Ekim 03, 2011

ayna

Otoriteyi baştan koyacaksın diyen öğretmenlere ceza verebilseydim eğer şöyle olurdu:


Okulumun öğretmenler odası pek ruhsuz, sıkıcı, büyük, renksiz. Oda sakinleri çok sakin, isteksiz, yorgun, usanmış. İlk geldiğim günden beri bana yüzümün yakın bir zamanda onlara benzeyeceği söylüyorlar. Onlar gibi alışacakmışım, çocuklardan beklentimi sıfırlayacak, öğrenme ve öğretme telaşlarımı bir kenara bırakacakmışım. Çocukların anladıkları dil kabalıktan geçiyormuş, otorite baştan kurulmalıymış, güleryüz yasakmış.

Burada çocuklar 5. sınıfa gelene kadar 5 öğretmen değiştirebiliyor, 6. sınıfta okuma yazma bilmeyebiliyor, sevgi ve güven duygusundan yoksun yetişebiliyor. Bunları ifade etmem, kanıksadığımın göstergesi değildir asla. Öğrenci ve öğretmen davranışlarının gerçekte sebebini arıyorum. Durumları iyi anlamam şart.

Okulun ilk günü, son ders, sınıftan ağlayarak kaçmadıysam, bundan sonra da kolay kolay yapmam gibime geliyor. Sözünü ettiğim 5. sınıflardan biri. Şimdiki sınıf öğretmenleri yeni gelmiş. Bu öğretmen onların 5. öğretmeni. Sınıfta yaşananları burada anlatmayacağım ama o sınıf yönetimi kitaplarında yazan disiplin sorunlarından sanki birer örnek alınmış, beni test etmek için bir simülasyon hazırlanıp o sınıf oluşturulmuş. İletişmek bir yana, kendi kendime konuşmak için bağırsam da sınıfın içini sesim doldurmuyor. Sabırla bir ders geçiyor, müstakbel ikinci saat de öyle ancak duyduklarıma inanamadım. "Öğretmenim, yaramazlık yapanları dövün.", "Siz bizi dövmeyecek misiniz? Önceki öğretmenimiz olsaydı şimdiye.."

Eyvah diyorum eyvah. Ne yapabilirim şimdi. İlk derste konuşulacaklar bildiğiniz gibi demokrasiydi ve sınıfta birbirimize saygılı olmak, karşımızdakini dinlemek, ders dinlemek isteyenlerin hakkını gaspetmemek üzerine konuştuk-maya çalıştık ancak bir şey eksik, hala, sanki tedirginliklerini örtmek için bu çocuklar bu kadar hırçın. Kara kara yarını bekledim çünkü ilk gün, sınıf öğretmenleri aynı zamanda yüksek lisans yaptığı için okulda yoktu, eğer bu öğretmen de aynı düzeni(!) devam ettirirse bu sınıf benim için gerçekten zorlu geçecekti.

Hikayemin sonunu şimdiden söyleyim, bu sınıf benim ders işlemekte en keyif aldığım sınıf.

Ertesi gün öğretmenleri ile tanıştım. E.. hanım, o kadar sevecen bir kadındı ki, o gün ayakta bir iki cümleyle bile ne konuştuysak beni düştüğüm yerden bir daha kaldırdı. Şükrettim, zinciri kırdık!

Bir sonraki gün yine aynı sınıfa girdiğimde hava bambaşkaydı. Çiçek gibi sınıf demek geldi içimden, ananem evi temizleyip yaptığı iş hoşuna giderse: "Çiçek gibi oldu ev." derdi. E.. hanım, kaba tabirle temizlik yapmaktan ziyade sınıfa güneş getirmişti. Güven vardı, aydınlık, şeffarlık vardı, korku yoktu.

Şu aralar, öğretmenliğe yeni başlayan arkadaşlarımla haberleşiyor, tüm yaşadıklarını dikkatle dinliyorum. Merak ediyorum, soruyorum, yaşadıklarımız benzer şeyler mi, bilmek istiyorum. Sıkıntılar çoğunlukla aynı, öğrenciyle iletişim kuramamaktan, ders işleyememekten yakınıyoruz. Kimimiz ulaşmak istediğimiz yere hala istekli, kimimiz yılların yorgun öğretmen yüzüne bürünmeye başlamış. Kimimizin gücü, kimimizin bilgisi eksik.

Bugün E.. hanımla birbirimizi görebildiğimiz bir-iki dakika ders arasında sohbet ettik. E.. hanım benden çok çok tecrübeli, 8. yılını doldurmuş. Geçenlerde eşine benden bahsetmiş ve enerjimden ne kadar mutlu olduğunu onunla paylaşmış. Ne güzel bir tesadüf diyorum, her gün anneme ben de sizden bahsediyorum, siz iyi ki varsınız diye şükrediyorum. O renksiz odada E.. hanımı görmek beni gerçekten çok mutlu ediyor.

Yarın yeni bir gün, öğrencilerimi ve E.. hanımı görmek için sabırsızlanıyorum. Sanırım Yoko da.. Nostaljikamızın ismi bugün kondu, Yoko!