Cumartesi, Ekim 01, 2011

nostaljik görünümlü



Dün annemle çarşı pazar gezmesine çıktık okul sonrası. Aldıklarımla burayı az kalsın bir moda bloguna çevirecektim, Allah hepimizi korudu, öyle söyleyim.

Sizi nostaljik görünümlü (bu tabir de bize trt'den geçti. Çocukken, yaz tatillerinde, annem beni iş yerine götürürdü. Devlet neye benziyor, ilk orda bildim, sarı perdeler, koyu kahve masalar, metal dolaplar. Sehpanın üzerine yığılmış, sayfalarının yırtılarak açılmasını bekleyen resmi gazeteler. Tüm binada garip bir koku vardı, ki bu koku devlete benziyordu, ama annemin odası biraz daha farklıydı. Sabah gelir gelmez sadece trt'yi çeken, anten yerine makas konulmuş radyosunu açar, pencerenin yanındaki menekşelere su verirdi. Ben de bir tekerleği kırık döner deri koltuğuna oturur resim yapar, sıkılsam da radyoyu dinlerdim. Radyoda bir teyze yarışma yapar ve "Cevabı doğru yanıtlarsanız bizden nostaljik görünümlü bir radyo kazanmış olacaksınız." derdi. Ben eski değil, yeni bir radyo resmi çizerdim. O zaman da detaycıydım. Tey..) müzik kutumla tanıştıracağım. Bilgisayarım artık sadece masaüstü çalışabilir özelliklere sahip olduğundan sınıfta taşıması kolay, kitabın "listening" kısımlarını dinlemek ya da diğer dinlemeye yönelik etkinlikler için bir dehaya ihtiyacım vardı, sonunda buldum. Teknoloji harikası, böyle flash, hafıza kartı falan takıp dinlenebiliyor, sesi bir sınıfa yetecek düzeyde. El kadar. Yaramaz olduğunda böyle:


Uslu durduğunda bir metis ajandasından daha küçük:


Henüz bir adı yok çünkü okulda çocuklarla birlikte koymak istiyorum.

***

Dil nasıl öğrenilir? Anadil neye denir? Anneniz size geçmiş zaman ne demek öğretmiş miydi? "Gel bakalım kızım, oğlum, otur yanıma, bugün sıfatları öğreniyoruz." dedi mi mesela babanız. Bunların hiç biri olmadıysa konuştuğunuz dil, anadilinizdir. Çünkü sıfatları öğrenmeden de daha 4 yaşındayken "Bü-yük be-bek is-ti-yo-ruuum" diye ağladınız. İstanbul'da bir kafenin tuvaletinde rastladığım, muhtemelen evlerindeki tuvaletten küçük olduğu için girmemekte ısrar eden ve ağzında şeker yuvarlıyormuşcasına annesine "Little toilet, little!" diyen çocuk gibi.

İlk hafta sınıflarda demokrasi konuştuktan sonra, dil öğrenmeli miyiz, nasıl, anadillerimizi nasıl geliştirmeliyiz, sorularını sorduk. Onlara ingilizceyi, mümkün olduğunca kendi doğal yaşantılarında öğreneceklerini söyledim. Sokakta oynadıkları oyunu ingilizce dersinde de oynamalılardı mesela. (Şükürler olsun, okuldaki çoğu çocuk hala sokakta oynuyor.) İngilizce merhaba ve nasılsın demeyi öğretmek yerine onlarla birlikte "hello" şarkısını söylemeliydik. Dil dediğimiz şey iletişmeye yarayan bir araçsa, bu farkında olmadan öğrenilmeliydi. MEB her öğrenciye tablet bilgisayar, her sınıfa akıllı tahta projesiyle okulları laboratuvara çevireceğine, rahatsız tahta sıraları bir kenara bırakıp, sınıfta çocukların kendilerini ifade edebilecek bir oturma düzeni (minder, küme masası vs.) yani nispeten daha doğal bir ortam sağlamalıydı. Üstelik bu sadece dil değil, diğer tüm öğrenme alanları için de yararlı olurdu.

Şimdi bu benim nostaljika'mla bol bol dinleme etkinlikleri yapacağız. Ne olurdu yani şimdi sınıflarda bir de şu sıralar olmasa?